Occhiolism nedir ?

Ela

New member
Occhiolism: Kendini Unutmak ve Dünya Karşısında Küçüklüğümüzü Fark Etmek

Merhaba sevgili forumdaşlar,

Bugün sizlerle paylaştığım hikaye, aslında hepimizin içinde bir parça olarak yaşayan, ancak çoğu zaman farkında bile olmadığımız bir duyguya dair. Belki de bu duyguyu bir yerde hissettiniz, ancak adını koyamadınız. Bu duygunun adı "occhiolism" ve benim anlatmak istediğim şey, bu duyguyu yaşamanın ne kadar derin ve karmaşık olduğunu bir karakterin gözünden görmek.

Hikayenin ardından, sizlerle bu konuda daha fazla konuşmak, belki de hepimizin içindeki o gizli hissi keşfetmek istiyorum. İşte başlıyoruz...

Bir Adam ve Kadın, Farklı Bir Dünyada

Lars, sabah işe gitmek üzere hazırlanırken, bir an durdu ve pencereden dışarıya uzun uzun baktı. Hava soğuktu ve şehir, her zamanki gibi kaotik bir şekilde akıp gidiyordu. Lars, 32 yaşında, kariyerine odaklanmış, çözüm odaklı bir adamdı. Her şeyin bir çözümü olduğuna, her problemin bir şekilde halledilebileceğine inanıyordu. Ancak o sabah, pencereden dışarıya bakarken, bir şey farklıydı. Bir eksiklik vardı, ancak o eksikliği tanımlamakta zorlanıyordu.

O gün, özellikle iş arkadaşlarıyla toplantıya girdiğinde, bir boşluk hissetti. Ne kadar başarılı işler yaptığını, hedeflerine ne kadar yaklaştığını düşünse de, içindeki bu eksiklik hep vardı. Ve o eksiklik, bir kelimeyle tanımlanabilirdi: Occhiolism.

Occhiolism, "dünyanın ne kadar büyük olduğunu ve senin ona ne kadar küçük bir yer kapladığını fark etmek" demekti. Yani, herkesin hayatındaki anlık zorluklar, mücadeleler ve çabalar bir şekilde küçülür, çünkü dünya o kadar dev ki, hepimizin yaşamları aslında çok daha küçük bir noktaya denk gelir.

Bir gün, işyerindeki toplantılardan birinin ardından, Lars’ın dikkatini yeni bir çalışan çekti: Ela. Ela, 29 yaşında, insanlara yardım etmeyi seven, başkalarının duygusal hallerini çok kolay anlayabilen, empatik bir kadındı. Ela, her zaman insanların içindeki eksiklikleri, yalnızlıkları, kaybolmuş hisleri fark edebiliyordu. Onun için dünya çok daha genişti, çünkü başkalarının duygularına temas edebilmek, onlarla bağ kurmak bir tür geçiş yolu gibiydi.

Ela ve Lars: Farklı Bakış Açılarından Bir İhtimal…

Bir gün, Lars ve Ela iş çıkışında bir kafede otururken, Lars Ela'ya içindeki o eksikliği, o garip boşluğu hissettiğini söyledi. Ela, biraz düşündükten sonra gülümsedi ve "Bunu her zaman hissedersin" dedi. "Bazen, dışarıda olup bitenleri görmek, seni çok küçük hissettirebilir. Ama bu his, bazen kendini bulmana yardımcı olabilir."

Ela’nın söyledikleri Lars’ı biraz şaşırttı. O her zaman sonuçları hedefleyen, sorunları çözmeye odaklanmış bir adamdı. Ancak bu açıklama, ona bir şey fark ettirdi: Belki de hayatı sadece çözmeye çalışmak, “sorunlar” üzerinden düşünmek yerine, biraz da “büyüklüğü” kabul etmek üzerine olmalıydı.

Ela, Lars’ın sormadığı soruyu fark etti: "Peki, sen kendini bu kadar küçük hissettiğinde, ne yapıyorsun?" diye sordu.

Lars, biraz sessiz kaldı. O güne kadar bu duyguya hiç bu açıdan yaklaşmamıştı. Hep çözmeye çalıştığı için, hiç hissettiği boşluğu anlamamıştı. Ela'nın sorusu, ona gözlerinin önünde bir ışık açtı.

Ela, gülümsedi ve devam etti: “Bazen küçülmek, aslında büyümekle aynı şeydir. Dünya devasa, ve biz, ona dair sadece minik bir parça olsak da, bu parçanın kendine has bir değeri var. Bizim görevimiz, o parçayı en iyi şekilde anlamak, en iyi şekilde yaşamak."

Occhiolism: Kendini Küçük Hissetmek, Bunu Kucaklamak

Ela'nın söyledikleri, Lars’ın beyninde yankılandı. Onun için hayat, hep büyük hedeflere odaklanmak ve başarılı olmakla ilgiliydi. Ancak Ela, ona dünya ile olan ilişkisini, büyüklüğü kabul etmeyi öğretmişti. Küçük olmanın, aslında özgürlük ve kabul anlamına geldiğini anlatmıştı. Bu, aynı zamanda, dünyadaki yerimizin, sürekli bir mücadele yerine, bir denge arayışı olduğunu anlamakla ilgiliydi.

Ela'nın empatik yaklaşımı, Lars’a biraz daha yumuşak bir bakış açısı kazandırdı. İçindeki boşluk, bir eksiklik değil, aslında bir derinlikti. Dünya o kadar büyük, o kadar karmaşıktı ki, bir insanın tüm bunları anlaması, her şeye hakim olması mümkün değildi. Lars, bu düşüncelerin ardından, belki de hayatını çok fazla hedefe odaklanarak yaşadığını fark etti. Bu düşünceler, onun içindeki boşluğu, daha kabul edilebilir bir hale getirdi.

Sonsuz Bir Sorun: Hepimiz Küçüğüz, Ama Hepimiz Büyüyebiliriz

Ela ve Lars’ın yaşadığı bu farkındalık, bazılarımız için bir kabullenme olabilirken, bazılarımız için bir çıkış yolu gibi görünebilir. Kendimizi bazen o kadar büyük bir şeyin içinde küçük hissediyoruz ki, bu his, bizi adeta yutuyor. Ancak, dünyaya dair bu minik parçayı kabul etmek ve bunu kucaklamak, aslında bize gerçek özgürlüğü sunar.

Bununla ilgili siz neler düşünüyorsunuz? Hepimiz bir noktada küçük ve kaybolmuş hissediyor muyuz? Lars’ın ve Ela’nın bakış açıları, sizce hayatın zorluklarına nasıl farklı bir yaklaşım sunuyor? Hepimiz dünyaya dair kendi yerimizi bulmaya çalışıyoruz, peki ya siz? Hadi, bu konuda düşüncelerinizi paylaşın ve birlikte bu derinliklere daha fazla inelim.